kızım bana takılıyor
sen ne yapacaksın ki böyle bir kitabı? arka kapağına bakıyor,
ne işine yarayacak? sonra rastgele bir sayfa açıyor sarkastik tavrıyla bir paragraf okuyor.
kitap şu, ferrarisine ağlayan bilge.
varoluş seviyeme hakimiyeti hoşuma gitmiyor değil ama diğer taraftan da gözü yaşlı atilla taş gibi dostoyevski okuyorum, james joyce okuyorum, tolstoy okuyorum ben, diye sayasım geliyor.
yazın yaşanıyor bu. sahaftan almışız bir sürü kitapla birlikte robin sharma’yı.
sizin de sık ziyaret ettiğiniz şehirlerde sahafınız var mı? benim şimdilik eskişehir ve samsun.
çünkü sahaflar ilginç insanlar oluyor. bir keresinde geçmiş tarihli bir serginin kataloğunu satın aldım nadir’den, üç gün geçti hâlâ hazırlanıyor görününce ben de bir mesaj yazıp hatırlatmak istedim siparişim ne aşamada acaba? diye cevap dönmüşler sağ olsunlar “göndericez” tek kelime. “tamam” dedim ben de.
kızım tabii haklı olarak soruyor milletin ilk fırsatta kış kışladığı, kitaplığında görünmesini mesele edeceği bu kitabı sen gittin niye aldın? bu hayat düzeyinde robin sharma tedavülden kalkmış gibi duruyor çünkü.
mesela ben çok yeni ankara’ya gidip dönerken trende momo’yu okumak durumunda kaldım. kızımın kitaplığından bana. bir okuma listesi çerçevesinde ve demokrasinin cilvesi olarak acaba iyi niyetim suistimal mi ediliyor demeden. o yüzden doğru seçimler falan yeri gelince geçiniz.
“Çok fazla sayıda insan güçlerini geliştirmek yerine, zamanlarının çoğunu zayıflıklarına odaklanarak harcıyorlar. ellerinde olmayana yoğunlaşarak sahip oldukları yeteneklerini ihmal ediyorlar. Önümüzde ilerlemiş olan tüm büyük insanların başarılarını garantileyen basit bir stratejileri vardı: Kendilerini biliyorlardı.”
O gün de böyle oldu, ince ince ferrarisini okutan bilge düşünesim tuttu. ebedi peter pan, hayat yarışından muaf, kitap falan yazmış; kızım da “bu mu yani bu mu bu mu?” diye rastgele açıp sayfalarını bana okuyor kuş cıvıltısı.
beyin preslerken “kendini bil”i, bir yüzüne yenişehir’de bir öğle vakti’ni yapıştıryor (tanıdığı varlığına izin verdiği tek zorluk çalışmaktı. yenilmesi gereken bu zorluğa veriyordu bütün gücünü) diğer yüzüne mutsuzluk zamanlarında mutluluk’u ( gizli olan gerçek yaşamın ta kendisiydi) temellerde neyi atlıyor olabilirim derken kendini bil’i çekip almak için; “pardon! bakar mısınız pardon!” basit ama kıymetli bir sesleniş ya da az bir şey değil.