birlikte yüzen torun balıklara “günaydın çocuklar. su nasıl? diye sormuş” genç balıklardan biri diğerine dönmüş ve “su da neyin nesi?” demiş. gözümüzün önündeki en bariz, önemli ve bazen de dehşet verici gerçekler çoğu zaman anlaşılması ve anlatılması en zor şeyler oluyor. deprem de su gibi bizi içine aldı. deprem hakkında yazılı olmayan bir kurala göre burada oturup duygulardan bahsedemeyiz hatta bu edebiyat parçalamak olur, çünkü su da neyin nesi?
post modern bir romanın içinde olsak o zaman da, bir sabah uyandık söylenebilecek tüm sözlerin söylendiği o yerdeyiz, derdik. objektif zaman tüm hızıyla akarken ve bir dakikanın önemi tartışmaya kapalıyken burada hız çağının insanları olarak son sürat giden bir otomobilin içinde bir el, el frenini çekti, asfalta yapıştık, psikolojik zaman durdu.
bunlar da yetmezmiş gibi bir de sırtımızdan vurulduk. insan toprağa güvenir. denizdeyken her şey olabilir ama topraktan gelen felaket ile bir yandan da ihanete uğramış hissediyoruz. köklenme duygumuz yok oldu. bu bize söylenmiş büyük bir hayır!
geçtiğimiz hafta enkaz kaldırma çalışmaları tamamlandı. insanlar sevdiklerini kaybetti. insanlar hayatlarında sahip oldukları ve etraflarında bu zamana kadar olan bitene dair neredeyse tüm somut emareleri kaybetti. hatay’ı bir süre sonucun neden, nedenin sonuç olarak yuvalandığı bir şehir olarak görebilir miyiz?
çünkü bugün bildiğimiz hatay olduğu için insanlar yaşamıyor orada, orada ısrarla yaşamaya çalışanlar olduğu için hatay olmaya devam ediyor.