rehberli turun
saatini beklerken yan masada bir kadın anlatıyordu arkadaşına, yürüyüş yaparken balıkçılara sinir oluyormuş çünkü yüzüne balık gelmiş. adam oltayı ayıklarken arkası da dönükmüş kadının yüzüne çarpmış balık. bu bir değil hem de iki kere olmuş.
ben yürüyorum adam balık tutuyor orayı kendi malı zannediyor, diyor. ama çamaşır makinesi sesine sinir olurken tepki kontrolü geliştirmiş mesela. öfkeyle arasındaki boşlukta kendine alan açınca oltacıyla da kavga etmeden neyse halletmiş ama ikinci kez yok mu, ikinci kez olunca işte.
balık tutanlara öfke duyuyorum elimde değil, diyor. sonra kendisine soruyormuş ya oltacılardan biri sevdiği bir kişi olsa? ciddi olarak soruyor bunu kendine. öfkelenmemeye çalışıyor.
mesela yazın şezlongda da bir boş bırakmaya özen gösterirmiş. bi space olsun diye, tam bu konuda sevgilisiyle çalıştay yaparken hop o boşluğa gelip biri yerleşiyor, düşünebiliyor musun? bomboş sahilde üç şezlong yan yana diziliyorlar. space mipeys kalmıyor.
bu 2005’de yazdığım bir yazıdan alıntı değil, bir fiil aralık ayında yaşandı. sanki 2005’in derdi gibi durmuyor mu? çünkü 2024’e girerken neredeyse bize biraz alan açılsın diye kültür ve turizm bakanlığının desteği ile çıkan münakaşa olsun, -zaten çölde de ne işimiz var? dedirten süper kupa macerası peş peşe dünyanın çivisi çıkmışken azıcık kendimize gelir gibi olmadık mı?
dünya öyle bir hal aldı ki herkes kendi gündemini yaratmaya mecbur ortalama bir ruh hali yakalamak için tamam da bu kadın her yeri kendisi ile doldurmak istiyor.
ya görüyorsunuz işte doğru düzgün kızamıyorum kimselere eleştiremiyorum kimseleri. eskiden olsa -ben bu kadınla aynı dünyada yaşamıyor muyum acaba falan diye sorardım, şimdi düşüncesini sıkı sıkı giymiş işte diyorum.
belki de sadece değişik bir şeyler anlatmaya çalışıyordur. yani.