5 soruda test edin:
ne kadar sanatseversiniz? latife tekin’in tek başına değerlendirme ölçeği olarak kullanabileceğimiz o sorusundan başlayalım: “sanat müzelerinde galerilerde neden bir sevişme odası yoktur hiç anlamamışımdır” sonrasında laf şöyle devam eder – ya aslında tam olarak öyle demedi. aksine tam olarak böyle söyledi.
bu sene arter’de farz et ki sen yoksun sergisi devam ederken latife tekin kütüphane sohbetlerine konuk oldu ve 2006 yılında yayımlanan romanı muinar’da geçen o soruyu aynı zamanda bir sergi ziyaretçisi olarak bizim için seslendirdi: Bu kadar sanat eserine maruz kaldıktan sonra (600 parça) bir takım duygularımız uyanıp kafamız karıştıktan sonra bizden ne yapmamızı istiyorsunuz, arter’de bir sevişme odası var mı mesela ya da yakınlarda bir arter otel? kendisi pek müzesever biri değil sanatla müzede karşılaşmaktan hoşlanmıyormuş .
serginin ilk zamanları bir etkinlik için gittiğimde vaktim az olduğundan önce kataloğu satın almıştım. çünkü sergi kataloglarını sonradan bulmak zor ve pahalı oluyor. bu şekilde seçkiyle önce kağıt üstünde karşılaştım, ardından arter’e gittiğimde serginin hayret deneyimi yaratması yetmezmiş gibi bir de ölçeklendirme etkisi yaşadım; tam sayfa bir eserin aslında bir silgi kadar oluşu ya da bir sayfada görmeyi bildiğim bir eserin yüksek tavanlı koca bir duvarı kaplaması gibi. koleksiyonerin kendisi ile karşılaşmak da bir hayret deneyimi olabiliyor. web editör olarak çalıştığım dönem turkuaz sahaf’ın sahibi nedret işli ile röportaj yapmaya gitmiştim. bittiğinde kapıdan içeri ömer koç girdi. o zamanlar henüz tüzel bir kişiliği yok, gizemli biri, bir koleksiyoner, entelektüel falan. yani bir röportajın pik noktası bittiği an olabilir mi? ve -nedret yine ne işler karıştırıyorsun? diye sordu -işte efendim internetten röportaja geldiler gidiyorlar şimdi falan. bu sırada 2 aylık hamileyim henüz erken diye ofiste kimseye söylememişim sabah bulantısından perişan çaktırmamaya çalışıyorum. birkaç eski kitaba bakıyordu ki fotoğrafını çektim, yıl 2007 canon ds960 var bende, röpün birden bütün havası değişti yalan yok.
farz et ki sen yoksun üzerine küratör selen ansen 2,5 yıl çalışmış. onu zorlayan durum bir yaşam alanının içine girmek ev içi yaşam alanını koleksiyonerin özel alanını sergiye taşımak olmuş. çünkü anlaşılan o ki çağdaş sanat gündelik nesneyi sanata çevirirken koleksiyoner de sanat eserini gündelik nesneye çevirmiş. 2019’da abdülmecid efendi köşkü’ndeki the child within me sergisinde mekanın da bir dili vardı, sergi büyülü gerçeklik deneyimi gibiydi ve bugüne kadar gördüğüm en iyi sergi broşürünü hazırlamışlardı. grafik tasarımcısını merak ediyorum. bu koleksiyonla arter’e yerleşmek basit olmasa gerek çünkü mimari, koleksiyonu daha geniş alan bulmuş tasnifli depolama faaliyeti gibi gösterme riski de taşıyordu.
fsy sergisi koleksiyoneri ile beraber yıl içinde hakkında çok konuşuldu. özellikle ismini ansen’in okumayı çok sevdiği ömer hayyam rubailerinden almasına atıfla farz et ki sen yoksun ama çok ben var falan gibi yorumlar. bir koleksiyondan yola çıkarak tam tekmil kişilik tespiti yapılabileceğini düşünmüyorum. bir zihin haritası ile karşı karşıyaymışız gibi parmaklarımızın ucunda yürüyemeyiz. selen ansen koleksiyon bağırsak kadar özeldir mahrem olmasa da, diyor. bir koleksiyonsa söz konusu olan daha çok ikinci bir zihinle karşı karşıya olduğumuz ihtimali beni daha çok meraklandırıyor çünkü bu da çok özel bir varoluş hali. 2024’ün son günleri ve yeni yıl arifesi bir kapanışa yaklaşıldığını hatırlatan ya da henüz başlamadığını farz et ki sen yoksun’u 29 aralık’a kadar görebilirsiniz.
“olmayacağını söylediler, ben de inandım”
nazım dikbaş – ömer koç koleksiyonundan