beni pek şaşırtamıyordu. ama dün de gerçekten hazırlıksız ve organik şekilde şaşırınca bu sıralar sık mı olmaya başladı bu, diye sordum kendime. akbank sanat dün saat 16.00’da bir kayıt ol butonu aktif hale getirdi. önceden de duyurdu; 15 kişilik, 3. grubun oluşturulacağı bir alternatif fotoğraf baskı atölyesi. parası neyse vereyim olmadı bütçesini oluşturayım da deseniz bu tarz bir atölyeyi he dediniz mi bulamıyorsunuz. öyle olunca 15.40 itibariyle bilgisayarın başına geçtim. dakikalar yaklaştıkça sayfayı refresh ettim ve kayıt ol butonunu anında yakaladım. bir pop-up açıldı; ad soyad, mail adresi, telefon yazdım diğer sekmede maile doğrulama kodu geldi, mailin ulaştığı saat de 16.00 bu arada, kodu alana yazdım ve göndere bastım. kaç saniye dersiniz? hepsi 25 saniye filan sürdü. yani, saati 16.01 bile edememişken etkinlik kontenjanımız dolmuştur. ilginize teşekkür ederiz, yazdı.
işte benzer bir şaşkınlığı geçen gün ronitlerin boşandığını okuduğumda da yaşadım. vav dedim. varlıkları 2000’lerin başında genç olmuş bir kuşağın aşka dair hayata sunduğu cephelerden biriydi. cesur olmak ve çift olmak. ve varlığını benim bile unuttuğum ilişkilere dair bir inancı sarsıyordu bu haber. şimdi içinizden duygu yine aşırı yorumluyor diyen çıkacaktır ama siz olayları nasıl yorumladığınızın farkında mısınız peki?
geçen kahve sırasındaydım ve biraz uzun bekliyorduk bu sefer. iki önümdeki siparişte nasıl olduysa bir sorun oluştu (kek ve latteden bahsettiğinizde aslında ne konuşuruz, gibi bir şey olmalı bu.) beklerken telefonlara daldı herkes ve kasalardan biri müsait hale gelince önümdeki kız “sıradan alabilirim” seslenişini duymadı. ben de o sırada metropol hayatı içinde uygulamaya müsait “sana soru sorulmadıkça gün içinde ltf konuşma” gibi bir inzivamsının içinde olduğumdan hiçbir şey söylemedim ama iki arkamda duran oğlan dayanamadı ve sırasından önüme doğru uzanıp kıza bakın sizi çağrıyorlar ilerler misiniz? dedi. çünkü bizler sıcak içecek konusunda hassas kişiler olarak gün içinde kahve dükkanlarında sıraya giriyoruz. ben nadiren sıraya giriyorum çünkü ben bir bütçe oluşturma kraliçesiyim.
kız da bunun üzerine sanki 11 dakikadir süren bir tartışmanın canı burnuna gelmiş 12. dakikasındalarmış gibi bakın beni çağırmadı çağırsaydı ilerlerdim tamam mı! dedi.
oğlan da çağırdı ama ilerlemiyorsunuz, dedi. çağırmadı ve sen de bana bağıramazsın! diye ünledi bu sefer.
ben de bağırmıyor ki, dedim istemsizce. çünkü gerçekten biri bağırdığında bunu bilirsiniz.
bu sefer bana dönüp öyle mi sağ ol çok teşekkür ederim, dedi. lanet olsun kim dedi sana ağzını aç diye.
bu genç hanımın odişınının ardından üçümüz barista alanında bardaklarımızı beklerken kafama takılan teşekkür anlamına kavuşmuş oldu. ne ilişkiler ne hayat sanki devamlı olan tek şey diziler ve dizilerin ruhlara neşrettiği hezeyanlar çünkü artık kimseyi kesmiyor kendi salt bireysel hezeyanı.
ben karışmasaydım beklerken oğlan ona aslında ben sana bağırmadım diye tekrar deneyecekti kız da ben de zaten cüzdanımı bavulda unuttum filan. atara atar gidere gider kollekşını düpedüz sabote ettim işte. twitter akışıma düşen dizi parçalarından takip ettiğim kadarı bile kafi, türkiye’de oturup bir bütün dizi izlemek için aklınızı kaçırmış filan olmanız gerekiyor. kahve kuyruklarında falan.